Bediüzzaman'ın Nevruzu

Bediüzzaman'ın Nevruzu

Bediüzzaman'ın Nevruzu
23 Mart 2021 - 21:17 - Güncelleme: 02 Kasım 2021 - 17:43
Said; asrın soğuk, fırtınalı zamanında dünyaya gelmişti. Alem-i manada ona "Ey helaket ve felaket asrının adamı " diye hitap etmişlerdi.

Eğitimini medresenin geleneklerine uymadan aldı. Karşılaştığı herkesten , herşeyden ve her olaydan ders aldı. Bunu "seksen bin zattan ders aldım" diye ifade etti. Onlarca cilt kitap ezberledi. Fakat hiçbir zaman mevcutla yetinmedi. "Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir." dedi. Çünkü mevcut yeterli olsaydı İslam alemi sıkıntılarla boğuşmazdı.

O ilim meclislerinde mağlup edilmeyen âlim, namazda dünyayı unutmuş, kendinden geçmiş âbid, savaş meydanında kurşun ve top güllesinden çekinmeyen mücahid, mahkemelerde idam tehditlerinden korkmayan; şeriat, hürriyet ve hak müdafii, maddi ve manevi kimliğini natmayan hamiyetperver, başı dik karlı dağlar gibi sarığını kıyafet dayatmalarına, zorbalığa rağmen çıkarmayan, baş eğmeyen "Bu sarık bu baş ile beraber çıkar" diyen dava adamı, düşmanlarına emsalsiz korku salan, dostlarına yıkılmaz dayanak olan bir kahraman olarak yaşadı.

Said Nursi, adaleti Kur'an'ın dört esasından biri olarak gördü. Toplumlar ve şahıslar hakkındaki kanaatlerde, Allah'ın "haşirde mizan-ı adalet" ile muamele ettiği gibi hareket etmeyi prensip edindi. Her Müslümanın, yargılarında ve kanaatlerinde küçük iyilikleri büyüterek büyük kötülükleri örtbas etme veya küçük kütülükleri büyüterek büyük iyilikleri örtbas etme hastalığından/cerbezeden uzak durmasının gereğine inandı.

İfrat ve tefritten uzak durmayi dengeli bir nazara sahip olmayı, aleyhinde de olsa doğruluğu ve dengeli hareket etmeyi Kur'anî bir şiar olarak  ilke edindi.

Amaç edinilen siyaseti, şeytandan kaçar gibi içtinap edinilecek bir meta olarak gördü. Eğer mümkün ise siyaset İslam'a hizmet için bir araç olarak kullanılabilirdi. "Maksad-ı esâsisi siyaseti olanlar hakiki dindar olamazlar" sözü meşhurdur.

Maaş ve mansıblara rüşvet diye tenezzül etmedi. Zorba paşaların, müstebit kralların tehditlerinden korkmadığı ve menfaat tekliflerini reddettiği için tımarhaneye gönderildi. Şeriat istemişsin diyenlere "Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım." dediği için hapishanelere gönderildi. Hür hareket ettiği, hür yazdığı, riyâkârlığa tenezzül etmediği için sürgünlere mahkum edildi.

Mağaraları köşklere, ağaç dalları arasındaki bir kaç tahtadan yapılma üstü açık odacıkları saraylara tercih etti. Kuru bir parça ekmek, bir tas soğuk pınar suyunu, minnet altında ve değerlerin feda edildiği ziyafetlere, yetmiş yamalı cübbeyi ilkelerin feda edildiği süslü kıyafetlere tercih etti.

Her nereye giderse yanında eksik etmediği üç şeyi vardı: En büyük üstadı Kur'an, pusula ve seccade. Bu üç şey dahi onun hayatı hakkında yeterince bilgi verir. Sosyal hayatın cazibelerine kapılmadı, İslam'a aykırı ve aldatıcı medeniyeti reddetti.

Zihinleri ve kalpleri kirleten gazetelere bedel "Başit başında ecsam ve elvah-ı âlemi, ceridelerine bedel mütalaa edeceğim." demekten çekinmedi.

Kendini düşünmedi. Milletinin ve ümmetin ızdırapları karşısında: "tedenni-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad u figan ederek, ah!. ah!.. ah!.. vâ esefâ ...
İslâm'a indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum." dedi.

Bir zat onun hakkında " her sözü bir dilim lav, her fikri bir ateş parçası olmuş. Düştüğü gönülleri yakıyor; hisleri, fikirleri alevlendiriyor..." demişti. Bu tavrından dolayı kurduğu her cümle çerçevelik birer vecize olarak zihinlere kazındı, hafızalarda yer edindi.

İşte bunun içindir ki; Bediüzzaman, ümitsizlere ümit, zayıflara kuvvet, küfür karanlığının karabulutlarını yaran tevhid meşalesi olmuştur. Bediüzzaman, Resul-ü Ekrem'in (a.s.m) yolunu şaşmaz bir rehber olarak görmüş ve o yolda yürümüştür. Mesleğini "sahabe mesleğinin bir cilvesi" olarak tarif eden Bediüzzaman'ın talebeleri de Sahabelere çok benzemektedir. Nasılki, Sahabeler sistematik bir dini eğitim almadıkları halde dünyanın her tarafına giden Kur'an naşirleri ve iman tebliğcileri oldular. Onlar için dine hizmet profesyonel bir meslek değil, bir hayat tarzı idi. Tahmin ediyorum, Nur Talebeleri gibi bu yönü ile sahabelere benzeyenler çok azdır.

Resul-u Ekrem şartlara teslim olmamıştı. Ona göre her şartta tebliğin, ila-yi kelimetullahın bir yolu vardı. Onun yolunu takib eden Said Nursi için de her şartta iman ve Kur'an hizmeti yapmanın bir imkanı vardı.

Normal yazı kağıdı yoksa siğara kağıdı, kibrit kutusu veya kese kağıdı bulunabilirdi. O da yoksa birisi canlı bir mektup olarak gönderilebilirdi. Matbaada kitap basmak yasak ise elle yazılabilirdi. Kur'an harfleri ile açıktan yazmak yasak ise gizli gizli yazılabilirdi. Posta ile Risaleleri göndermek mümkün değilse,fadakâr insanlar saatlerce, günlerce  yürüyerek götürebilirlerdi. Çoğu insan, yaklanmış Kur'an yazısını bilmiyorsa , yazılı sayfa, bir kağıdın altına konarak kopyalanabilirdi.

İslam düşmanları dışarda hizmet etmeye firsat vermiyolarsa hapishanelerde hizmet edilebilirdi. Evet, Bediüzzaman ve talebeleri bütün bunları yaparak imkansız denilenin mümkün olduğunu gösterdiler. Bunun için bir zât"iman tekniğe (yasaklara) meydan okudu" demişti. Tebliğ ve irşad metodunda Allah Resulu'nun yolundan giden Nursi, eserlerinde her tabaka insanın istifade edeceği bir üslub takip etmiştir.

İslamî ıstılahı/literatürü; sekiz yaşındaki bir çocuk ile seksen yaşındaki bir ihtiyarın, mektep - medrese görmemiş sıradan biri ile en büyük allamenin aynı dersten istifade edeceği bir ustalıkta kullanmıştır.

Medreseler, savaş maydanları, sürgünler, mahkeme salonları, zindanlar ve zehirlenmelerle geçen 86 yıllık bir dünya hayatı, tazeliğini koruyan 6000 sayfayı aşkın bir külliyat, bahar gibi gürültüsüz fakat muazzam aynı zamanda verimli dal ve budakları olan bir Nur hareketini miras bıraktı.

"Vazife-i fıtratım" dediği iman hizmeti yine kendi ifadesi ile "vefatım ile, o hizmet bir merkezde yapıldığına bedel, çok merkezlerde yapılacak " dediği gibi devam ediyor.

O "Mevtimiz nevrozumuzdur" demişti. Dediği gibi 23 mart 1960'ta,bir ramazan gecesi manen devam eden hayatı, nurlu berzah âlemine geçerek, maddeten son buldu. Nasıl ki; kış, toprağa düşen cemreden korkar varlığına tehdit görür. Öyle de İslamı hayatın dışına itmek isteyenler, Said'in hayatı gibi mezarından da korktular. Mezarını kırıp, gizli bir yere naklettiler.

Rahmetullahi Aleyhi...

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 2 Yorum